Kendi Ağzından:

Çanakkale’ nin nüfusu o zamanlar 2537 olan Umurbey nahiyesinde doğdum. Büyüdüğüm bu küçücük yerde birisi yazlık olmak üzere üç sinema salonu vardı; bugün nereden baksanız inanmak zor. Anneannemin “Bergaz” (Bergos) diye bildiği bu şirin yerin halkı çok çalışkandı; ovadaki bahçelerde şeftali, üzüm ve elma yetişirdi bolca. Her evin bahçesinde tarhana, salça yapılır, mutfağında tuzlu balık kurulurdu. Çocukluğum işte bu tarihi beldenin çağla zamanı gelincik ve papatya kokan bahçelerinde, sokaklarında geçti. Akranlarım gibi çember çevirdim, kuka oynadım. Bir de ansiklopedi okudum meraktan, elektrikli oyuncaklar yaptım. Yassı pillerle, bobin telleriyle dolu sandıklarım vardı oturduğumuz öğretmen lojmanının arka bahçesinde. Babamdan bisiklete binmenin yanı sıra tahtadan oyuncaklar yapmayı, boş kaldığımda kağıda mobilya desenleri çiziktirmeyi öğrendim.

Bursa Anadolu Lisesi, “….her şeyde ortağız”

Ortaokul ve liseyi Bursa’ da yatılı okudum. Biz kayıt olduğumuzda Bursa Maarif Koleji olan, daha sonra Anadolu Lisesi adını alan okuldaki yıllarımız sanırım hepimizin hayatında en çok iz bırakan dönem olmuştur. Yatakhane penceresinden görünen Bursa ovasını uzaktan, hele de sisli sabahlarda mavimsi bir denize benzetir, Çanakkale hasretimi azaltırdım. Bursa’ nın gerçekten yeşil olduğu yıllardı.

Bursa’da yedi yıl süren yatılı okul hayatı, kardeş gibi olmayı, paylaşmayı, hakkınca eğlenmeyi, yeri gelince dağıtmayı, ayarında haytalık yapmayı öğretti bizlere. Dünyayı sorgulamayı öğrendik birlikte. Dünyayı değiştirmeye de kalktık, en azından böyle bir kaygımız, bu tür hayallerimiz oldu. Çok ama çok değerli öğretmenlerimiz vardı.

Lise yıllığında “elektronik mühendisi olacağım” kehaneti yazılıdır; ancak son sınıftaki biyoloji dersi beni aldı, tıp fakültesine savurdu. Tek bir hücreli bir organizmanın evrile evrile sayısız canlı türüne ve nihayetinde insana dönüştüğü serüven çok ama çok cezp ediciydi.

1980 ler, üniversite yılları..

Üniversite hayatım İstanbul’ daydı. İstanbul bir dünya şehri, biz ise dünyaya yeni gelmiş gibiydik. Fakülteye girdiğimizde zorunlu hizmet yoktu, hatta YÖK bile yoktu, yine inanması çok güç. Sonraki ders yılı açılışında yeni kurulan YÖK’ e teşekkür eden öğretim üyelerimiz de oldu, bilimsel özgürlük adına üniversiteyi bırakmak zorunda kalan öğretim üyelerimiz de. Muzaffer Aksoy’ lar, Sami Zan’ lar, Güngör Ertem’ ler, Coşkun Özdemir’ ler, Yıldız Tümerdem’ ler, Türkan Saylan’lar … hocalarımız oldu.

1984 de uluslararası tıp öğrencileri federasyonunun staj değişimi programı ile ilk kez yurtdışına çıktım. Bugün haritalarda olmayan bir ülkedeki (Yugoslavya) devlet öğrenci yurdunda her daim sıcak su, piyano odası ve sinema salonu gördüğümde çok şaşırdım.

Türk Tabipleri Birliği ile bu dönemde tanıştım, öğrenci derneklerinin olmadığı, açılabilenlerin de çalışamadığı 1980 yıllarında yurt dışı staj değişimiyle uğraşan öğrenci federasyonu hem uluslararası penceremiz oldu; hem de Türk Tabipleri Birliği çatısı altında tıp öğrencileri olarak (TurkMSIC) örgütlenmemizi sağladı. İstanbul Tıp Fakültesi’ nde onlarca öğrenci kolları, kulüpleri kurduk, dergi, gazete çıkaran, folklor oynayan, dağcılık yapan. Hatta sınıf arkadaşlarımız için ücretsiz yabancı dil dersleri bile düzenledik. O zamanlardaki varoluş biçimi sanal alemde “face-to-face” değil, gerçek alemde yüz yüzeydi. Hasta odası olamayacak kadar eskimiş ve kaloriferleri çalışmayan, camı çerçevesi kırık soğuk kulüp odalarında bu yüzden üşümezdik hiç.

İmkânlarımız kısıtlıydı; ama o zamanlar ismi İstanbul Sinema Günleri olan, şimdinin İstanbul Uluslararası Film Festivali için bir yıl boyunca para biriktirir ve o bir hafta boyunca derslerimizi iptal sayardık.

Biz hekim olmaya hazırlanırken zorunlu hizmet yasası çıktı. Çoğumuzu mesleki yeterlilik kaygısı aldı, aldığımız eğitim bir yanda memleket gerçekleri ise hemen karşımızdaydı. Kapsamlı bir tıp eğitimi araştırması ve ardından bir tıp eğitimi anketi yaptık; önceleri anket çalışmasına destek veren fakülte yönetimi anketin değerlendirmesi tamamlanınca sonuçların açıklanmasını yasakladı! O yıllarda Wikileaks olmadığı için biz de anket sonuçlarını ancak mezun olduğumuzda açıklayabildik; anketimiz gazetelerde bile yer buldu. Bugün hala gülümserim bu duruma.

Asistanlık, Hipokrat’ın çırakları olduğumuz yıllar

İlk TUS bizim döneme uygulandı. TUS’u kazanınca, zorunlu hizmetten geçici olarak muhaf oldum. Bizlerin öğrenciliği sırasında kurulan ve yabancı dilde eğitim verdiği için çokça eleştirdiğimiz Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ nde önce İç Hastalıkları, ardından Kardiyoloji asistanı oldum. Bu duruma da hala gülümserim. Yabancı dilde tıp eğitimi konusundaki eleştirel yaklaşımım bu defa da öğretim üyesi kimliğimde ve bu konudaki araştırmalarımızla devam etti bir yandan. Başıbüyük’ de büyük törenlerle kendi hastane binamızın temeli atıldı, asistanlığımızın son yılında.

Marmara Üniversitesi Hastanesi, bir zamanlar..

Marmara Tıp Fakültesi’ nde çok güzel asistanlık dönemi geçirdim, yeni kurulan ve bir dolu eksiği olan fakültedeki öğretim üyelerinin gayretli ve özverili davranışlarıydı bizi aslında eğiten. Bırakın internetten makale indirip okumayı, basılı tıp dergileri bile en iyi ihtimalle iki-üç ay geriden gelirdi hastane kütüphanesine. Yanlış anlaşılmasın Marmara’ nın kütüphanesi o zamanlar İstanbul’ daki en güncel ve kapsamlı tıp kütüphanesiydi, başka hastanelerden asistan arkadaşlarımız gelir bizim adımızla ödünç dergi ve kitap alırdı kütüphaneden, tezlerini tamamlayabilmek için. Huzurevinden bozma küçük hastanede tamamen kişisel gayret ve özveriyle nice yayınlar yapıldı; nice araştırmalar gerçekleştirildi. Başıbüyük’ deki kendi hastanemizin inşaatı ise devam ediyordu.

TTB, Beyaz eylemler..

Vadimiz yemyeşildi. Ama kamuda hekim ücretleri çok düşüktü; yıllarca günaşırı nöbet tutmak “vakayı adiye” dendi. Nöbet ücreti veya nöbet ertesi izin diye bir kavram yoktu. Bir çok hastanede asistanların ciddi sorunları ve eğitim eksiklikleri vardı. Onca yoğun tempo içindeki onlarca asistan mesai sonrası Tabip Odası’ na gider gece yarılarına kadar çay ve simit eşliğinde saatlerce komisyon toplantıları yapardık. İstanbul Tabip Odası’ nda Asistan Hekimler Komisyonunda başlayan çalışmalar kısa sürede Demokrat Hekimler hareketine dönüştü. O hararetli toplantılardan sonra Cağaloğlu’ ndan aşağıya yürür Eminönü’ nde balık-ekmek molası verir ve Karaköy’ den son vapurla Kadıköy’ e geçerdik. Vapurda tüm yorgunluğumuzu alan çaylı sohbetlerle tamamlanan tabip odası geceleri hala en güzel ve en anlamlı dönemleri arasındadır hayatımın.

Tam da bu dönemde Zonguldak’ daki büyük madenci yürüyüşünün ardından Türk Tabipleri Birliği’ nin beyaz eylemleri başladı. “Hekimler açgözlüdür, milyon verseniz milyar isterler” diyen bir bakanın sözleri üzerine bir gecede ülkenin dört bir yanından binlerce hekim Ankara’ ya giderek bakanlığın bahçesine beyaz önlüklerimizi bıraktık. Bir yıl boyunca yürüyüşler yaptık, iş yavaşlattık; toplu nöbetler tuttuk; bunların sonucundadır ki o zamanlar için önemli kazanımlarımız oldu. Nöbet ertesi izin veya nöbet ücreti bunlar arasındaydı. Nöbet ücreti alabilmek için toplu nöbet tutan ve sadece bu nedenle bir dizi soruşturmalardan geçen bir çok arkadaşım meslek hayatları boyunca hiç nöbet ücreti alamadılar ama hiç hayıflanmadılar.

İstanbul Tabip Odası’ nda esasen asistan hekimlerin çalışmalarıyla gelişen ve ivmelenen Demokrat Hekimler ise hala hekim örgütü içinde bir aktif bir gelenek olarak devam etmektedir.

1996 da genç bir öğretim üyesi idim. Başıbüyük’ deki kendi hastanemizin inşaatı ise hala devam ediyordu.

1997 yılında Tıp Fakültesi Vakfının iktisadi işletmesi olan Academic Hospital’ da özel hasta muayenesine başladım. Üniversiter bir ortamda, mesleki etikten ödün vermeden özel sağlık hizmetinin yapılabileceğini kanıtlayan bir kurum olarak gördüm hep Academic Hospital’ı. Tıp fakültesinde öğrendiklerimden çok daha fazlasını hastalarımdan ve hasta yakınlarından öğrendim.

İsviçre; Lozan Üniversitesi..

1999 yılında Avrupa Kardiyoloji Derneği’ nin eğitim bursuyla İsviçre’ ye gittim. Lozan Üniversite Hastanesi’ nde ben kalp pilleri ve klinik aritmi üzerinde çalıştım, nörolog olan eşimse inme hastaları üzerinde nörolojik yoğun bakımda, 1,5 yıl kadar çalıştık. Refahın ve ama mutlaka eğitimin birlikte var olduğunda ve paylaşıldığında hayatın ne kadar farklı olabildiğini gördüm İsviçre’de. Hasta mahremiyetini korumak için vizit sırasındaki konuşmaların hemen yanda yatan diğer hastanın bile duyamayacağı fısıltı tonuyla yapıldığını görüp çok etkilendim. Kalp pili taktığımız hastaların çoğunun kalp içindeki tellerin kalp kapakçıklarının hareketini nasıl olup da engellemediğini soracak dek meraklı ve bilgili olmalarına çok özendim. Türkiye’ den getirdiğimiz eski Skoda marka mor arabaya baston kilit takarken (baston kilidi bilenler bilmeyenlere anlatsın lütfen), Lozan sokaklarında kimsenin arabasını bile kilitlemediğini fark edince kendime çok ama çok güldüm. Ama o mor arabayla Avrupa’ da çok yer gezdik, çok şey gördük.

Sonra tekrar Altunizade’ deki Marmara Hastanesi. Başıbüyük’ deki kendi hastanemizin inşaatı ise hala devam ediyordu.

2007 yılında Hakan Tezcan’ ın hayata geçirdiği “Hipertansiyon ve Ateroskleroz Ünitesi” ne katıldım. Burası ülkemizde kendi alanında multidisipliner faaliyet gösteren ilk ve tek birimdi. Bir Marmara klasiği olarak her şeyiyle yoktan yaratıldı, bilgisayarından sekreter koltuğuna dek her şey bağış veya özel gayretle sağlandı.

2010 yılına geldiğimizde kurulduğundan bu yana içinde kiracısı olduğumuz hastane binasını terk etmemiz gerektiği söylendi. Yıllar boyunca ihtiyaca binaen her biri bir gecede eklenen sayısız baraka ve bölmelerle mühendisinin bile tanıyamayacağı hale gelen huzurevi binasıyla vedalaştık. Başıbüyük’ deki kendi hastanemizin inşaatı ise hala devam ediyordu.

Pendik’ de Sağlık Bakanlığı’ nın yeni hastanesine taşındık; hastane yeniydi, moderndi, genişti ama burada da kiracıydık, belki o kadar bile değildik.

2011 yılında İç Hastalıkları ve Nöroloji Anabilim Dallarından bir grup öğretim üyesi ile birlikte Marmara Üniversitesi Hipertansiyon ve Ateroskleroz Eğitim, Uygulama ve Araştırma Merkezi’ ni kurduk. Burası da ülkemizde halen ilk ve tek multidisipliner hipertansiyon araştırma merkezidir. Bu merkez bünyesindeki eğitim ve araştırma faaliyetlerinde keyifle çalışmaya çalışıyorum. Altunizade’ deki binayı boşaltıp Pendik’ de Sağlık Bakanlığı binasına geçtiğimiz için merkezimize üniversite içinde bulmamız gerekiyordu. Nihayetinde 2017 yılındaki rektörümüz Prof. Dr. Emin Arat’ın destekleriyle üniversitemiz Başıbüyük Kampüsü’ nde merkezimiz için güzel bir mekan bulundu ve halen burada araştırmalarımıza devam etmekteyiz. Halen bazıları uluslararası destekli olmak üzere çoğu hipertansiyon ve aritmilerin dijital teknolojilerle uzaktan teşhis ve takibi ile ilgili projeler üzerinde çalışmaktayız.

Özel hekimlik, bir kaç kuşak boyu hastalar, dostluklar..

2011 yılı sağlık alanında sabah başka bir mevzuatla kalkıp, akşam başka bir mevzuatla yattığımız bir yıl oldu. Sabah erken kalkan sağlık mevzuatı yazdı. Bu nedenle hekimler olarak mesleki planlarımızı uzun değil, orta da değil, kısa vadede bile her daim değiştirmek ve yenilemek durumunda kaldık. Marmara sağlıkta dönüşüm uygulamasının ilk pilot üniversitesi oldu. Bilimsel araştırmanın ve tıp eğitiminin bakanlık sistemindeki performans puanlarıyla bir arada olamayacağı inancıyla bir çok öğretim üyesi arkadaşım gibi sağlık hizmetinde performans sisteminde olmayı-kalmayı tercih etmedim. Halen Pendik’ deki hastanede hekimlik yap(a)madan, üniversitemde öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Bize hekimin her zaman ve her yerde hekim olduğu öğretilmişti zaten.

2011 yılında sadece varoluş mücadelesinde değil hastalıklarında da birlikte olan kalp ve beyin hakkındaki tüm mesleki bilgi ve donanımımızı birleştirmeye karar verdik ve bir kaç arkadaşımla birlikte “Viva Beyin ve Kalp Sağlığı” grubunu kurduk. Amaç her daim gereken bu en önemli iki organımızı daha iyi tanımak, tanıtmak, korumak ve hastalıklarını tedavi etmek. Mesleki pratiğimizi kendi koşullarımızda sürdürebilmek için 2011 yılında ortak muayenehanede çalışmaya başladık.

Yaklaşık dört güzel yılın ardından herkes kendine ait nedenlerle yer değiştirdi; başka yol çizdi. Bendeniz de muayenehanemi ve Viva Beyin ve Kalp Sağlığı’nı Bağdat Caddesi, Caddebostan’a taşıdım.

Ayrıca Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı’ nın iştiraki olan Academic Hospital da da büyük bir keyif ile çalışıyorum. Hastalarımın çocukları büyüdü; erişkin oldu, bu çocuklar da hastalarım oldu. Çoğuyla dost olduğum, hastalıkları, sağlığı ve hayatı da öğrendiğim çok sayıda yıllanmış hastalarım var. Hastalarım da benimle birlikte yıllandılar, yaş aldılar, artık hastalarımın çocukları erişkin oldular. Hastalarımın çocuklarını da hatta torunlarını da hipertansiyon ve kalp hastalıkları sebebiyle görmeye başladım. Çok güzel dostluklar kurduklarım oldu aralarında. Özel hekimlik bu şekilde, hekimliğin en güzel yanını verdi bana.

26-45 doğu meridyenleri ile 36-42 kuzey paralelleri arasındaki coğrafyada yaşamaktayım, ve hayattan ve hastalardan öğrenmeye devam ediyorum.

Dr. Ali Serdar Fak